DOLAR 34,8000 0.25%
EURO 36,7970 -0.18%
ALTIN 2.949,760,53
BITCOIN 3510053-0.0577%
İstanbul
11°

AÇIK

06:36

SABAHA KALAN SÜRE

X

GÜMÜŞ YÜZÜK

ABONE OL
Aralık 7, 2023 14:45
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İdam mahkûmu infaz için karanlık ve soğuk hücresinden çıkarıldı. Rüstem Paşa tarafından kervansaray olarak yaptırılıp sonrasında kürek mahkûmlarının kaldığı cezaevine çevrilen Taşhan, Osmanlı’nın Erzurum’daki yeni cezaeviydi. Kale muhafızlarının refakatindeki mahkûm ayak ve kolları prangalı iç kalenin kuzey doğusundaki caminin bahçesine yürütülerek götürüldü. Kaleyi karşıdan gören ve yüksekçe bir tepenin üzerinde konuşlu bulunan caminin bahçesinde dikili ağaç yoktu. Sadece yaşlı çingenenin bir gün önceden hazırladığı darağacı bulunuyordu. Sabah ezanı okunmamıştı. Yıldırımların aydınlattığı yağmurlu şehrin sokaklarında askerler ile idam mahkûmu sessizce yol alıyordu.
İnfaza götürülen mahkûm yoksulluktan vergisini vermemekte direnmiş, tartıştığı vergi memurunu yaralamaktan yakalanıp, hücreye atılmıştı. Kadı Mustafa Efendi’nin huzurunda kendini savunmuş ancak eşkıyalıktan kürek cezasına mahkûm edilmekten kurtulamamıştı. Donanmada kürekçi olarak cezasının infazı için Payitahta İstanbul’a gönderilmesi gerekiyordu. Karşılıklı yazışmalar gerçekleştirildi. Payitahttan gelen cevabı yazıda mahkûmun İstanbul’a gönderilmesi yerine idam edilerek infazının gerçekleştirilmesi isteniyordu. İnfaz, Kadı Mustafa Efendi’nin kararından altmış bir gün sonra güneş doğmadan şimşeklerin ortalığı aydınlattığı yağmurlu bir sabah namazı öncesinde Darağacı camisinin bahçesinde infaz edildi. Cesedi iki gün yağmur altında darağacında sallandırıldı. Ceset şehrin içerisindeki onlarca mezarlıktan birisine bir gece yarısı görevlilerce sessizce defnedildi.
Üç yüz yirmi beş yıl sonra…
Şiddetli gök gürlemesinin ardından şimşek çaktı. Gök yarılmışçasına sağanak başladı. On beş dakika önce ana baba günü olan caddede şimdi kimsecikler yoktu. Herkes bir çatı altına sığınmış ya da bir iş yerine girmiş sağanağın durmasını bekliyordu.
Taşhan’ın cümle kapısının önünde beliren Cemşid sağanağa aldırmadan yavaş adımlarla yürüyordu. Sabit bakışlarla önüne bakıyordu. Güneş bulutların ardında kalmıştı. Palandöken’in zirvesi karla kaplıydı. Mevsim ilkbahardı. Eski bir dostu görmüş ya da düşmanıyla göz göze gelmiş gibi durdu. Bir süre Taşhan’ın kesme taştan yapılmış devasa yapısına baktı. Yağmur saçlarından, yanaklarına, alnına, burnunun ucundan yere düşüyordu. Siyah gür bıyıkları sıkıca kapanmış dudaklarını saklıyordu.
Taşhan’ın cümle kapısından içeri girdi. Avluda ilerledikten sonra kuzey kapısındaki merdivenlerden üst kata çıktı. İçerisi yağmurdan kaçanlar ile doluydu. Küçücük Oltu taşı atölye ve mağazalarının vitrin camlarının önünde kimi sigara içiyor, kimi de teşhir ürünlerini inceleyerek vakit öldürüyordu. Cemşid vitrinlere, kalabalığa aldırmadan kararlı adımlar ile koridordan sola döndü. Biraz ilerledikten sonra sağa dönüp karşı dip köşedeki dükkâna gitti. Dükkân sahibi Bayram Ali, televizyondan haberleri izliyordu. İri cüssesiyle küçük dükkâna giren Cemşid, davudi sesiyle, “Selamûn aleyküm.” dedi. Bayram Ali, izlemekte olduğu televizyondan başını kaldırıp, karşısında Cemşid’i görünce sebepsiz ürperdi. Cemşid’le göz göze geldiler. Derin, karanlık ve suskun gözleriyle Cemşid, Bayram Ali’ye, “Eşime ait gümüş yüzüğü almaya geldim.” dedi. Bayram Ali, şaşkın içerisinde, “Son günlerde gümüş yüzük siparişi aldığımı hatırlamıyorum. Başkasıyla karıştırmış olmayasınız?” karşılığını verdi. Bu sırada dışarıdan gök gürlemesi duyuldu. Cemşid, Bayram Ali’yi duymamış gibi, “Emanetimi almaya geldim.” diye diretti. Oltu taşı ustası karşısındakinin anlayışsız biri olduğunu düşündü. Cemşid, Bayram Ali’nin düşüncesini okumuş gibi, “Yanlış yere gelmedim. Gümüş yüzüğümü alıp gideceğim.” dedi. Bakışlarını dükkânın duvarındaki Yavuz Sultan Selim’in sol kulağındaki küpeli resminde gezdirdi. Resmin yanında, “Her nefis ölümü tadacaktır” ayetinin yer aldığı küfe harfler ile yazılı Enbiya suresinin otuz beşinci ayetinin asılı olduğu ser levhadaki, “Küllü nefsin zaikatül mevt”i okudu. Tebessüm etti. Gür kaşlarının altındaki karanlık gözlerinin içinde dışarıdaki yıldırımlardan fazla aydınlık saçtı ve kayboldu. Bayram Ali’nin meraklı bakışları arasında takı ve tespihlerin bulunduğu vitrinin arka kısmına geçti. Bakışlarıyla, elleriyle beyaz boyalı dükkânın duvarına usulca dokundu. Gözlerini kısarak duvarı dinledi. Dokunuşlarıyla bir şeyi kırmaktan, narin bir kelebeği korkutmaktan, ezmekten korkar gibi duvarın yüzeyinde parmaklarını dolaştırdı. Dudaklarından dökülenleri sadece kendisi duyabiliyordu. Sadece Dilşad kelimesi işitebildi Bayram Ali. Bu gizemli aynı zamanda iri pazulu adamı merakla izlemeye başladı. Cemşid sağ işaret parmağıyla küçük bir halka çizip Bayram Ali’ye dönerek, “Yüzüğüm burada. Sıvanın ardında. Onu bana ver. Sana istediğinden daha değerlisini vereceğim.” Diye konuştu.
Bayram Ali, Cemşid’in yanına yaklaştı. Beyaz duvara ilk kez görüyormuş gibi korkuyla sokuldu. İnceledi. Bir şey göremedi. Bakışlarını yeniden Cemşid’in karanlık, derin gözlerine çevirerek, “Burada olduğuna emin misiniz?” diyebildi. Cemşid, sağanaktan ıslanan saçlarını elleriyle düzelttikten sonra boynundaki muskasını sağ elinin içiyle avuçladı. Bir süre böylece bekledi. Sert bakışlarını Bayram Ali’ye çevirdi. Tezgâhın üzerindeki tornavidayı alıp Bayram Ali’nin eline tutuşturan Cemşid, “Haydi sıvayı kazı” diye kesin bir dille emir verdi. Bayram Ali, işaret edilen yerin sıvasını tornavidayla yavaşça kazımaya başladı. Sıva kendiliğinden döküldü. Sıvanın altındaki nemlenmiş kesme taş asırlardır yerindeydi. Tornavidayı Bayram Ali’nin elinden alan Cemşid, taşın altındaki derzi yavaşça kazımaya başladı. Kısa bir süre sonra tornavidanın ucu derze gömülü metal bir cisimle temas etti. Metalik sesle Cemşid’in yüzü güldü. Bir kaç saniye sonra tornavidanın ucunda gümüş yüzük duruyordu. Cemşid, yüzüğü eline aldı. Dudaklarına götürdü. Yüzüğün içindeki yazıyı kutsal bir metni okur gibi, gizemli bir tılsımı tekrar eder gibi okuyup, gözlerini yumdu. Sert bir hareketle geri döndü. Yüzüğü sağ avucunun içinde tutarken, sol eliyle pantolonun cebinden çıkardığı Osmanlı dönemine ait altın sikkeyi Bayram Ali’nin avucunun içine usulca bırakıp, dükkândan çıktı. Taşhan’ın dar, kalabalık koridorunda gözden kayboldu.
Eczacı Erdal Güzel ile emekli fizik öğretmeni, tarihçi Abdurrahman Zeynal, Hacı Cuma Mahallesi’ndeki ağır hasta olan emekli öğretmen Nakiye Hanım’ı evinde ziyaret etmişti. Öğle ezanın okunmasıyla ziyaret sona ermişti. Evin yanı başındaki camide Güzel ve Zeynal, tarihi camide öğle namazını kılmıştı. İkili sağanağın durmasını beklerken camiye çıkan merdivenlerin alt başında Cemşid’i gördüler. Cemşid, yavaş ve kararlı adımlarla vakarlı bir şekilde camiye doğru yürüyordu. Gözleri kamaştıran bir yıldırım hemen karşılarında yürümekte olan genç adamın üzerine düştü. Kulakları sağır eden gök gürlemesinin ardından Güzel ve Zeynal korkudan oldukları yerde donup kaldılar. Olayın şokunu atlatan iki arkadaş biraz önce kendilerine doğru yürümekte olan adamın olduğu yere baktıklarında gözlerine inanamadılar. Yıldırımın düştüğü yerde ne bir ölü, ne bir yaralı ne de bir başka insan vardı. Yıldırımın düştüğü noktaya gittiklerinde yerde içinde Osmanlıca Dilşad yazılı gümüş yüzük buldular. Eczacı Güzel yerdeki gümüş yüzüğü kutsal bir emanet gibi alıp cebine koydu. Mumcu Caddesi’ndeki eczanesinde özel eşyalarını sakladığı inci kakmalı fildişinden yapılma sandığına gümüş yüzüğü bırakıp, sahibinin bir gün gelip almasını beklemeye başladı.
SON

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.